Kurumlar için Psikolojik Sermayenin önemi
Özellikle içinde bulunduğumuz olağanüstü durum ve kaçınılmaz değişim sürecinde, yöneticiler olarak çalışanlarımızın yetkinlik, uzmanlık gibi alanlardaki gelişimini nasıl sağlayacağımızı planlamaktan çok, “psikolojik sermayelerini” nasıl geliştireceğimizi düşünmeliyiz.
Psikolojik sermayeyi kısaca; kişinin zorluklara karşı dirençli olması, öz farkındalığını geliştirmesi ve bunu yönetebilme gücü, olaylara olumlu bakış açısıyla bakabilme becerisi olarak tanımlayabiliriz. Psikolojik sermayesi yüksek olan insanlar kendi hayatlarının, kariyerlerinin ve kararlarının sorumluluğunu almakta zorlanmazlar.
Psikolojik sermaye kavramı pozitif psikoloji ekolünden doğmuştur. Pozitif psikoloji, diğer psikoloji dallarının tersine, yani insanlardaki olumsuz davranışları düzeltmeye çalışmak yerine, geliştirilebilir, iyileştirilebilir ve olumlu davranışlar üzerinde durur. Aslında tarihsel olarak kökeni hümanist psikolojiye dayanan bu kavram, 2000’li yılların başında Martin Seligman ve arkadaşları tarafından popüler hale getirilmiştir. Pozitif psikolojinin amacı, bireylerin kişisel özelliklerinden ve eğilimlerinden yola çıkarak, onların psikolojik sağlığını artırarak daha çok “iyi halde” olmalarını sağlamaktır.
Seligman’ın bu yaklaşımının ardından, 2004 yılında Fred Luthans ve arkadaşları pozitif psikoloji ve pozitif örgütsel davranış alanlarından etkilenerek “psikolojik sermaye” kavramını ortaya koymuş, psikolojik sermayenin ölçülebilir, geliştirilebilir ve yönetilebilir özellikleri olduğu varsayımıyla bu kavramı akademik alana taşımışlardır.
Fred Luthans psikolojik sermayeyi en genel haliyle “Psychological Capital: Developing the Human Competitive Edge” adlı kitabında aşağıdaki şekilde tanımlamıştır:
“Psikolojik sermaye (PsyCap), bir kişinin başarısında pozitif psikolojik gelişim durumunu yansıtmaktadır. Bunun yanında zorlayıcı görevleri üstlenmek için gerekli çabayı sürdürecek ve bunları yerine getirecek bir güven sahibi olması (öz yeterlilik), şu anda ve gelecekte başarılı olma konusunda pozitif bir düşüncenin mevcut olması (iyimserlik), hedefler için azmetmek veya gerekirse yeni hedefler oluşturması (umut) ve sorunlara veya sıkıntılara kapılınca, başarıyı elde etmek için sürdürülebilir ve geri adım atabiliyor olması (dayanıklılık) için bireyde kim olduğu ile ilgili sermaye türüdür.”
Kısaca, bireyler ne kadar kendi yetkinliklerinin farkında ve özgüven sahibi olurlarsa, geleceğe dair pozitif bir beklentileri varsa, karşılaştıkları olaylar karşısında olumsuz düşünce ve tavır almak yerine olayın içindeki olumlu noktalara odaklanıp, çözüm arayışlarına geçerek başarılı oluyorlar. Böyle psikolojik sermayesi yüksek çalışanları olan kurumlar da krizlerde ve beklenmeyen olaylarda bile büyüyen, kâr eden, herkesin çalışmaya can attığı kurumlar haline geliyor.
Aslında firmaların finansal rakamlarını geliştirmek için strateji ve plan yapıp bunları doğru bir şekilde uygularsa sermayesini arttırabileceği gibi, çalışanlarının psikolojik sermayesini de üzerinde çalışarak arttırması mümkün. Pozitif psikoloji, çalışan mutluluğu, farkındalıklı yaşamlar ve dayanıklılık üzerine uzun zamandır çalışıyor ve bu konuda kurum çalışanlarında farkındalık yaratmanın yararlarını görüyoruz. Psikolojik sermayenin dört bacağı üzerinde çalışmalar yaparak kurumlar rahatlıkla çalışanlarının ve kurumun psikolojik sermayesini büyütebiliyorlar.
Son dönemlerde atölyelerimizde ve dernek çalışmalarımızda birçok şirket çalışanı ve öğrencilerle yüz yüze olmasa da sanal ortamda bu konu üzerine sohbet etme fırsatı buldum. Bu dört alanda da (iyimserlik, öz yeterlilik, umut ve dayanıklılık) özellikle genç nesil ciddi sorunlar yaşıyor. Tüm dünyayı saran pandemiye ek olarak, hızla dijitalleşen ve teknolojik olarak çok farklı açılımlar yaşayan dünyamızda gözlemlerime göre gençlerimiz Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda gerçekten umutsuzlar ve iyimserlikten çok uzaklar. Kendilerine güvenleri yok ve belirsizlik içinde mücadele etmek yerine kaybolup gidiyorlar. Bu, toplumun her kesimi için geçerli. Boğaziçi gibi çok iyi üniversitelerde okuyan ya da dezavantajlı kesimde yetişen gençler hep aynı kaygı içindeler. Bu gençler bizim geleceğimiz ve yarın, iş dünyasını da, ülkemizi de onlar yönetecek. Bu nedenle hızlıca psikolojik sermayelerini geliştirmek için kurumlar, sivil toplum örgütleri ve aileler olarak bu konunun üzerinde çalışmalıyız.
Tijen MERGEN