Benim bir hikayem var…
“İki insan arasında ki en kısa mesafe bir hikayedir” demiş Terrence Garguılo.
Gerçekten öyle… Yeni tanıştığınız birine, yıllardır tanıdığınız arkadaşınıza, işe alacağınız bir adaya, potansiyel müşterinize bir hikaye anlattırın. Nasıl mı yapacaksınız? Bazen siz bir hikaye anlatarak onda bir hikaye tetikleyebilirsiniz. Artık o anda gündemde ne varsa… Örneğin, yeni tanıştığınız birine son işinize nasıl girdiğinizi veya pandemide yaşadığınız ilginç bir olayı ya da o gün yaşadığınız ilginç bir anı anlatabilirsiniz. Göreceksiniz ki ne kadar ortak noktanız çıkacak ve o da sizinle benzer bir anısını paylaşacak. Veya doğrudan yine gündemle ilgili bir soruyu “ne zaman veya nerede yaşadı” şeklinde sorabilirsiniz. İçinde zaman veya mekan olan bir soru size mutlaka bir hikaye getirecektir. Çünkü insanların zamanda ve mekanda izleri vardır. Siz sorunuzla o izleri hatırlamasına ve dile getirmesine yol açabilirsiniz. İşte bu hikayeler sizi karşınızdakiyle hiç olmadığı kadar yakınlaştıracaktır. Çünkü hikayeler tılsımlıdır. Beyin hikaye dinlerken çok farklı çalışır.
Hikayeler beyinde ne mi yapar? Sinir sistemimizi harekete geçirir. Eğer karşı taraf gurur verici bir hikaye paylaşıyorsa siz de gurur duyarsınız, yüreğiniz bir hoş olur. Üzücü bir hikaye paylaşırsa sizin de gözleriniz nemlenir. Birden karşınızdaki kişiyi sever, takdir eder veya pek de düşündüğünüz biri olmadığını anlar, düş kırıklığı yaşarsınız. Hikayeler beynimizde aynalama yapar. Yani bizi de içine alır ve benzer anlara götürür. Tabii ki sinirlere dokunup bizi kendi anılarımıza götürünce hormonlar çalışmaya başlar. Endorfin, serotonin, dopamin, oksitosin salgılanmaya başlar. Bütün bunlar da bizi harekete geçirir.
Hikayelerle bir konuyu anlatmak ile istatistikler ve genellemelerle anlatmak arasındaki fark da burada. Savlar, istatistikler mantığımıza dokunur, o an için anlarız ama bizi harekete geçiremez, duygularımıza hitap edemez, beynimizdeki bu sistemleri harekete geçiremez ve maalesef bir süre sonra unutulur gider. Araştırmalar, tam 60 dakika sonra genellemeler, rakamlar ile anlatılan şeylerin yüzde 66’sını unuttuğumuzu bize söylüyor. Hikayeler ise beynimize yapışıp kalıyor, kolay kolay çıkmıyor.
“İşte mutluluk atölyelerimizde” anlattığım bir hikayem vardı. Pandemi öncesi bir finans müşterimizin tüm çalışanlarının katıldığı, 20’şer kişilik ekiplerle bu atölyemizi gerçekleştiriyorduk. Atölye sırasında “sevdiğin işi yapmak mı, yaptığın işi sevmek mi mutlu eder” şeklinde bir savımız vardır. Tabii ki sevdiğin işi yapıyorsan mutlu olmaya yüzde 28 daha yakınsın. Ama bu her zaman olabilecek bir durum değil, onun için yaptığın işi sevmeye çalışmalısın deriz. Şimdi bu genellemeyi yapıp bırakabilirim ama ben bu noktada iki oğlumun hikayesinden örnek vermek istiyorum. Büyük oğlum Koç Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nden mezun. Okulu bittiğinde otomotiv sektörünü ve arabalarla uğraşmayı sevdiğini söyleyerek iş aradı ve Borusan’a İstinye Showroom’a müşteri temsilcisi olarak girdi. Sevdiği işi yapıyor, en yeni modellerle deneme sürüşleri yapabiliyordu ama mutlu olamadı. Günlük problemlere mutlu olabileceği anlardan daha fazla odaklandı, prim sistemi değiştikçe mutsuz oldu, müşteri kalitesi onu mutsuz etti, arkadaşlarıyla rekabetten hoşlanmadı. Sonuçta sevdiği işi yapsa da mutlu olacak noktalar yerine mutsuz olacağı konulara odaklanarak mutsuz oldu ve işten ayrıldı. Küçük oğlum ise New York Üniversitesi’nde okudu. New York gibi bir şehirde okumanın çok pahalı olduğunu, maddi olarak karşılayamayacağımızı ve çalışmak zorunda olduğunu söyledik. Uzun bir süre garsonluk yaparak cep harçlığını kazandı. Sonuçta hayatında ona katkısı sınırlı olabilecek, üstelik de ders sonrası gece yarısına kadar ayakta çalışıp çok yorulduğu bir işte çalıştı ama şikayet etmedi. Tam tersine her akşam beni iş çıkışı arar, o gün olan ilginç bir olayı ve mutluluğunu paylaşırdı. Bir gün restorandaki en pahalı şarabı açtırmanın mutluluğunu yaşar, ertesi gün en çok tipi aldığı için keyifle evine döner, bir başka gün ilginç bir insanı tanımak onu mutlu ederdi. Sonuçta hangi işte olursak olalım mutluluğu seçmek bizim elimizde. Yaptığımız iş her ne ise orada bize iyi gelen noktaları bulmaya odaklanalım. Hikayeyi böylece ana fikre de bağlayarak bitirirdim. Sonraları, yeni gruplar atölyemize geldikçe anladım ki bu hikayem bayağı dilden dile dolaşmış, etki etmiş ve yeni gelen arkadaşlara da anlatılmış. Bir gün yeni katılanlardan biri “hocam, iki oğlunuzun hikayesini duydum, bizle de paylaşacaksınız değil mi?” dedi. İşte böyle anlarda hikayelerle konuyu anlatmanın ne kadar doğru bir yol olduğunu hissediyorsunuz.
Herkesin kendine ait özgün bir hikayesi var ve bu hikayeler başkalarına anlatıldığında etkili oluyor. Unutmayın, onlar kimsede yok. Öyle çok önemli şeyler olması da gerekmiyor. Küçücük olaylar, anekdotlar bir savı anlatmak için çok işe yarıyor. Önce insan biraz çekiniyor, “benim özel konularım başkalarının niye ilgisini çeksin?” diye. Ama bir kez anlatmaya, bu deneyimi yaşamaya ve etkisini görmeye başlayınca bir hikaye anlatıcısı olup çıkıyorsunuz. Bu deneyimi yaşamanızı tavsiye ederim.
Tijen MERGEN