Jan 20, 2016
2000’li yılların başı. Bilişim sektöründe, uluslararası bir şirkette satış takımlarını yönetiyorum. E-posta kullanılmaya başlayalı çok olmuş ama e-postaların altına süslü imzalar atmalar, imzaların altına mottolar yazmalar yeni moda oluyor. Üst düzey bir yöneticiden gelen e-postaların altında mottosu: ‘Hope is not a strategy’.Umut bir stateji değildir!!! İşte bu diye düşünüyorum, takımıma bir türlü anlatamadığım şey bu. Umut bir strateji değildir. Bırakın umudu, önünüze müşteri listesini, satış planlarını, ürün portföyümüzü, kampanyaları, hedefleri alın, koyulun çalışmaya. Sonuçta bizler iş yerine girerken duygularını paltoları ile birlikte vestiyere asan nesil değil miyiz?
Zaman içinde karşımıza imkansız diye düşündüğümüz işler, projeler çıkıyor. Kağıt üzerindeki tüm verilerin, ‘aklın yolunun’, bu iş olmaz dediği vakalar. Böyle zamanlarda görüyoruz ki cebimizde o vestiyere bıraktığımız umut olmadan bir şey yapamıyoruz. Gidip geri alıyoruz umudu, onun yerine gözümüzü körelten önyargılarımızı bırakıyoruz vestiyere. Sonuç, başarı. Artık umut ile strateji yapabiliriz.
Peki umut da nereye kadar? Umutsuz olduğumuz için kaçan fırsatların yanı sıra, düşük veya yüksek beklentilerimiz de ümidimizi gerçekleşmekten alıkoyabilir. Gerçek olmayan umut da bizi en az umutsuzluk kadar savurabilir, ama çok mu önemli? Nihat Behram’ın yazdığı gibi; “Umut ki yüreğimdedir, … Kimi gün düşüm olur, Sese döner beni söyler, Kimi gün rüzgarlanır, Kuşa döner göğü söyler”
Eskiden olsa yine de dikkat edelim duygularımıza, çok da fazla umutlanmayalım, sonra hayal kırıklıkları yaşarız derdim. Ama University of Kansas Lawrence’dan Rick Snyder’ın teorisini okuduğumda her şey daha bir yerli yerine oturdu. Snyder’a göre umut bir bilişsel düşünce yaklaşımı. Yani nasıl hissettiğimiz değil, nasıl düşündüğümüz ve daha da önemlisi yüzde yüz öğrenilebilir. Ailelerimizden, bulunduğumuz ortamdan, işteki rol modellerimizden öğreniyoruz umudu ve kendine hedefler koyabilenler umut düzeyi yüksek olanlar. Üç adımda ele alıyor umudu Snyder: Kendine hedef koyma, bu hedeflere ulaşmak için yollar inşa etme, hedefe ulaşmak için yetkin olduğuna inanma.
Umudunu kaybettiğinde insanlar amaçlarına olan odaklarını kaybediyorlar. Umut bu nedenle stratejinin ön koşulu, ilk karesi. Tıpkı seksek oyarken olduğu gibi. Son kareye ulaşma umudu olmayan seksek oynarken zıplamaya devam eder mi? Ben pek çok kez kendimi o birinci karede buldum. Şimdi özellikle profesyonel olarak bir kurumda çalışanlar veya henüz yolun başında olanlar, bir iş kursak, gül gibi hayatımız olsa, istediğimizi yapsak, istemediğimizi yapmasak diyorsunuzdur. Deyin tabii, iş de kurun, girişimci de olun. Ama girişimci olacaksanız cebinizde bol bol umut olsun strateji olarak kullanılmak üzere.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce dünya devindeki işimden ayrıldığımda pek çok kişi deli olduğumu düşündü. Ama ben kararlıydım, denemek zorundaydım. Ve onca yıldan, gözüm kapalı yaptığım işten sonra geldim bizim sekseğin birinci karesine. Çok keyifli bir kare birinci kare, hayaller, planlar, isim bulmalar, logolar, yeni ofisler, yeni takım arkadaşları… Derken ikinci kareye atlıyorsunuz, gerçek hayat, ödenecek faturalar, zorlukla alınan randevular, müşterileri ikna etme zorluğu, kaynak azlığı. Ve ilk şok, o özene bezene bulduğumuz ismin, logonun, cebimizdeki kartvizitlerin pek anlamı yok çünkü daha tanınmıyoruz. Evet yapacağımız işi çok iyi biliyoruz, evet networkumuz de var ama adı üstünde daha yolun başındayız. Hem kendimizi ispat etmiş değiliz, hem de rakipler çok kare önde. Yine de çok şanslı başladık, bize güvenen, projelerini emanet eden çok değerli müşterilerimiz oldu. Zıplaya zıplaya keyifle ilerledik karelerde. Derken birileri dedi ki, ne yapıyorsunuz siz, burası Türkiye. Bunun krizi var, burnumuzun dibinde patlayan savaşları var, enflasyonu var, devalüasyonu var. Dönün bakalım birinci kareye. Döndük, yine birinci kare, ama bu sefer biraz yoğurdu üfleyerek yiyoruz, biraz da korku mu var ne? Umut bizim geleceğimizde görmek istediğimiz, korku ise onun gölgesi. İşte şimdi umuda daha çok ihtiyaç var, çünkü korkunun panzehiri umut, gölgeleri yok edecek olan umut. Ve biraz da cesaret. Size alttan alta enerji vermesi için, yapabilirsin, bir kez daha zıplayabilirsin demesi için. Umuda ihtiyacınız olduğunda içinize bakın, bazen biraz derinlere saklanmış olabilir, ama mutlaka oralarda bir yerlerde ortaya çıkmayı bekliyordur.
Belki de umut etmek gittikçe zorlaştığından Gallup’un çalışan nüfus üzerinde yaptığı araştırmalarda çalışan nüfusun yalnızca %13’ü işinde mutlu ve işine bağlı. Kalan %63 bağlılık hissetmiyor, %24 ise aktif olarak bağlılık problemi yaşıyor ve mutsuzluğunu yansıtıyor. Buna bağlı olarak da gerek hastalık izinlerinde, gerek işten ayrılmalarda, gerek kalite problemlerinde artış, satışlarda, müşteri memnuniyetinde ve karlılıkta azalma görülüyor. Oysa yine yapılan çalışmalar gösteriyor ki örneğin umut katsayısı yüksek mühendislerin yıllık işe gelmediği gün sayısı 3’ün altındayken umut katsayısı düşüklerde bu 10’un üzerinde. Umut katsayısı yüksek satış temsilcileri kotalarına daha hızlı ulaşıyorlar. Umudun mutluluk ile de doğrudan ilişkisi var. Umudun üç özelliği; bir amacının olması, günlük hayatında bu amaç doğrultusunda çalışabilme ve amacına, hedeflerine giden yolda ilerleyebilme, mutlu insanların hayatlarında da en sık izlenen özellikler.
Ve belki de en önemlisi umudun sağlığımız üzerinde olan etkisi. Umudu yüksek kişilerin bağışıklık sistemi daha kuvvetli ve hastalıklardan sonra ayağa kalkma oranları daha yüksek. Plasebo tedavileri belki de tanım olarak umuda en yakın şey. Bilim adamları plasebo tedavilerin insanlar üzerinde etkisini araştırırken bir yandan da umudun insan için plasebo olup olmadığını araştırıyorlar.
Umut etmek umut ettiğimiz şeylere ulaşmak isteği sonuçta çok çalışmayı beraberinde getiriyor. “Biz çalışmazsak hayallerimiz de çalışmaz” diyor John Maxwell. Umudun 3 çok önemli ön koşulu azim, sebat ve yılmazlık. Bunlar başarının da ön koşulları değil mi zaten.
Ve en güzeli umut fena halde bulaşıcı. Takım olarak hep birlikte çalışıldığında umut katlanarak artıyor. Bu da günümüzde liderlerin neden ‘umut ile liderlik’ yapmaları gerektiğini açıklıyor.
Efsaneyi bilirsiniz, ateşin insanların eline geçmesine çok sinirlenen Zeus, insanlardan intikam almak için çok güzel bir kadın olan Pandora’yı yaratır ve açmamasını söyleyerek elinde bir kutu ile dünyaya yollar. Ancak Zeus’un tahmin ettiği gibi merakına yenik düşen Pandora kutuyu açar ve Zeus’un kutuya koyduğu tüm kötülükler, nefret, öfke, hastalıklar, savaşlar dünyaya yayılır. Kutunun en dibinde umut vardır ama korkuya kapılan Pandora telaşla kutuyu kapatınca umut kutuda kapalı kalır. Oysa umut kutudan çıkabilse tüm kötülükleri dünyadan silip atacaktır. Evet, umudun artık Pandoranın kutusundan çıkma zamanı geldi.
Nazım’ın dediği gibi: “İnsan, denizin olmadığı yerde umut adına martı olmalı”. Geleceği umutlu insanlar şekillendirecek.
Ferah LOK, Msc., PCC, ACPC